- Konbuyu başlatan
- #1
Gerçek şu ki nükleer enerji 20. yy’da olduğundan hiç de farklı değil- kabul edilemez derecede tehlikeli. Geçmişten günümüze defalarca kere endüstri temiz ve güvenilir nükleer enerji iddialarında bulundu ancak nükleer reaktörler hep aksini gösterdi.
Güvenilir reaktörler hep bir masal olarak kalmaya devam edecek. Bugün herhangi bir reaktörde büyük miktarda radyasyonun doğaya salınabileceği bir kaza gerçekleşebilir. Normal işletim halinde dahi radyoaktif maddeler havaya ve suya salınmakta. Dahası II. Dünya Savaşı’nda atom bombasının yapımı sırasında yürütülen gizlilik politikası nükleer enerji projeleri için günümüzde de devam ettiriliyor.
Kimse, dünya üzerinde hiçbir kaynaktan elektrik üretebilmek için 27 AB ülkesinin ortak bir uyarı sistemi oluşturması gerektiği bir enerji kaynağına güvenilir diyemez!
1.DEPoLAMA
Radyoaktif maddelerin gömülmesi işinin nükleer mühendisler tarafından New Mexico'da; Nevada'daki Yucca Dağı'nda, Nevada, Gorleben Almanya gibi atık sahalarına ya da önerilen İngiltere, Rusya ve Avusturalya gibi ülkelerdeki sahalara rağmen, çözüldüğü söylense de hiçbir zaman kanıtlanmamıştır, üstelik jeoloji ve kimyasal olgular denetlenmemiştir. Gömü alanı olarak kullanılan derin mağara veya oyuklar hakkında yeterli bilgi yoktur. Ellerindeki sadece şüpheli birer varsayım olarak görülmelidir.
Bugün uzun vadeli bir radyoaktif madde uzaklaştırma yöntemi yoktur. Bunlar gömülünce doğadan tamamıyla yalıtılmazlar.
Nükleer atıklar görüş alanımızdan çıksa bile aklımızdan çıkmamalıdır. Sadece 40 yıl çalışacak bir santral için bizim nükleer çöplüğümüzün atıklarının tehdidi ile yaşayacak gelecek kuşaklar göz ardı edilmemelidir.
Her ne kadar nükleer mühendisler radyoaktif atıkların New Mexico, Nevada'da Yucca Dağı, Almanya'da Gorleben gibi yerlerde bulunan sahalara gömülebileceklerini söyleseler ve İngiltere, Rusya ve Avustralya gibi ülkelerde de yeni sahalar önerseler de bilimsel olarak kanıtlayabilecekleri hiçbir çözümleri yoktur.
Sözde çözümler olarak sunulan sahalardaki jeolojik ve kimyasal olgular denetlenmemiştir. Gömü alanı olarak önerdikleri yeraltı oyukları hiçbir zaman test edilmemiştir. Aslına bakarsanız, bu öneriler şüpheli varsayımlardan öteye geçememiştir.
Çocuklarımızın iyiliği için en doğrusu nükleer atıkları hiç üretmemektir.
2. ATIK YÖNETİMİ
Radyoaktif maddelerin saklanmasında kalıcı çözümler üretmek için yıllardır sürdürülen araştırmalar ve aktarılan milyarlarca Dolar hiçbir işe yaramadı. Endüstrinin kalıcı bir çözüme ulaşılacağını iddia ettiği Nevada'daki Yucca Dağı'nda da proje planlanan tamamlanma tarihinin 20 yıl gerisinde kaldıktan ve bütçesini 32 milyar Dolar aştıktan sonra, sonunda bu yıl A.B.D. yönetimi projeyi sonlandırma kararı aldı.
Bugün uzun vadeli bir radyoaktif madde saklama yöntemi hala yok. Gömülen radyoaktif atıklar ise doğadan tamamıyla yalıtılamıyor.
Sözde çözümler olarak sunulan sahalardaki jeolojik ve kimyasal olgular denetlenmedi. Gömü alanı olarak önerilen yeraltı oyukları hiçbir zaman test edilmedi ve bu öneriler şüpheli varsayımlardan öteye geçmedi.
Bugüne kadar kullanılan nükleer yakıtın üçte biri olan 80,000 ton tekrardan işlendi. Tekrardan işleme en az atıkların saklanması kadar tehlikeli bir işlem. İşlem sırasında açığa çıkan yüklü miktarlardaki radyoaktif atığın denize ve gaz olarak havaya verilmesi sebebiyle insan ve çevre sağlığına karşı büyük bir tehdit oluşturmakta.
3.SAĞLIK ETKİLERİ
Almanya ve A.B.D.’de yayınlanan raporlarda nükleer santrallerin yakınında yaşayan çocuklarda istatistiksel olarak lösemi oranlarının yüksek olduğu ortaya çıktı. Benzer şekilde uranyum madenciliği de Afrika, Kuzey Amerika, Avustralya ve Hindistan’da yerel halkların topraklarına ve sağlıklarına zarar vermeye devam ediyor.
Yüksek radyoaktiviteye maruz kalma radyasyon hastalığına neden olur. İlk belirtileri, mide bulantısı, yorgunluk, kusma, ishal, saç dökülmesi, kan kaybı, ağız ve boğazda yaralar, iltihaplar ve enerji kaybıdır. Birçok vakada ölüm 2 hafta içinde gelir.
Çocuklar ve doğmamış bebekler hızlı hücre bölünmesi yaşadıkları için daha fazla risk altındadır. Kanser ve kanser türleri özellikle lösemi, lenfoma gibi kan kanseri türleri, akciğer kanseri ve birçok büyük tümörler radyoaktivite ile doğrudan ilintilidir. Down sendromu da dahil olmak üzere doğum anomalileri, yarık damak ya da dudak, doğuştan şekil bozuklukları, omurga sorunları, böbrek ve karaciğer sorunları da doğrudan radyasyonla bağlantılı olabilir.
Nükleer endüstri yüksek oranda radyoaktiviteyi çevreye salmadan çalışamaz. Günümüz insanları ve yüzlerce binlerce yıl sonra yaşayacak insanlar bu zehirden etkilenecek. Radyoaktivite bizimle kalmaktadır ve gen havuzumuz onun için iyi bir bekleme yeri. Tüm dünyanın kabul ettiği ortak bir radyoaktiviteden etkilenme alt sınırı yok; yani zararsız bir radyasyon miktarı yok; zararsız tek seviye sıfır noktasıdır.
Nükleer endüstri doğal radyasyon seviyeleri ile sahte karşılaştırmalar yapmaktadır. Varolan doğal radyasyon yok edilemez ama buna yenilerini eklememize de gerek yok.
Güvenilir reaktörler hep bir masal olarak kalmaya devam edecek. Bugün herhangi bir reaktörde büyük miktarda radyasyonun doğaya salınabileceği bir kaza gerçekleşebilir. Normal işletim halinde dahi radyoaktif maddeler havaya ve suya salınmakta. Dahası II. Dünya Savaşı’nda atom bombasının yapımı sırasında yürütülen gizlilik politikası nükleer enerji projeleri için günümüzde de devam ettiriliyor.
Kimse, dünya üzerinde hiçbir kaynaktan elektrik üretebilmek için 27 AB ülkesinin ortak bir uyarı sistemi oluşturması gerektiği bir enerji kaynağına güvenilir diyemez!
1.DEPoLAMA
Radyoaktif maddelerin gömülmesi işinin nükleer mühendisler tarafından New Mexico'da; Nevada'daki Yucca Dağı'nda, Nevada, Gorleben Almanya gibi atık sahalarına ya da önerilen İngiltere, Rusya ve Avusturalya gibi ülkelerdeki sahalara rağmen, çözüldüğü söylense de hiçbir zaman kanıtlanmamıştır, üstelik jeoloji ve kimyasal olgular denetlenmemiştir. Gömü alanı olarak kullanılan derin mağara veya oyuklar hakkında yeterli bilgi yoktur. Ellerindeki sadece şüpheli birer varsayım olarak görülmelidir.
Bugün uzun vadeli bir radyoaktif madde uzaklaştırma yöntemi yoktur. Bunlar gömülünce doğadan tamamıyla yalıtılmazlar.
Nükleer atıklar görüş alanımızdan çıksa bile aklımızdan çıkmamalıdır. Sadece 40 yıl çalışacak bir santral için bizim nükleer çöplüğümüzün atıklarının tehdidi ile yaşayacak gelecek kuşaklar göz ardı edilmemelidir.
Her ne kadar nükleer mühendisler radyoaktif atıkların New Mexico, Nevada'da Yucca Dağı, Almanya'da Gorleben gibi yerlerde bulunan sahalara gömülebileceklerini söyleseler ve İngiltere, Rusya ve Avustralya gibi ülkelerde de yeni sahalar önerseler de bilimsel olarak kanıtlayabilecekleri hiçbir çözümleri yoktur.
Sözde çözümler olarak sunulan sahalardaki jeolojik ve kimyasal olgular denetlenmemiştir. Gömü alanı olarak önerdikleri yeraltı oyukları hiçbir zaman test edilmemiştir. Aslına bakarsanız, bu öneriler şüpheli varsayımlardan öteye geçememiştir.
Çocuklarımızın iyiliği için en doğrusu nükleer atıkları hiç üretmemektir.
2. ATIK YÖNETİMİ
Radyoaktif maddelerin saklanmasında kalıcı çözümler üretmek için yıllardır sürdürülen araştırmalar ve aktarılan milyarlarca Dolar hiçbir işe yaramadı. Endüstrinin kalıcı bir çözüme ulaşılacağını iddia ettiği Nevada'daki Yucca Dağı'nda da proje planlanan tamamlanma tarihinin 20 yıl gerisinde kaldıktan ve bütçesini 32 milyar Dolar aştıktan sonra, sonunda bu yıl A.B.D. yönetimi projeyi sonlandırma kararı aldı.
Bugün uzun vadeli bir radyoaktif madde saklama yöntemi hala yok. Gömülen radyoaktif atıklar ise doğadan tamamıyla yalıtılamıyor.
Sözde çözümler olarak sunulan sahalardaki jeolojik ve kimyasal olgular denetlenmedi. Gömü alanı olarak önerilen yeraltı oyukları hiçbir zaman test edilmedi ve bu öneriler şüpheli varsayımlardan öteye geçmedi.
Bugüne kadar kullanılan nükleer yakıtın üçte biri olan 80,000 ton tekrardan işlendi. Tekrardan işleme en az atıkların saklanması kadar tehlikeli bir işlem. İşlem sırasında açığa çıkan yüklü miktarlardaki radyoaktif atığın denize ve gaz olarak havaya verilmesi sebebiyle insan ve çevre sağlığına karşı büyük bir tehdit oluşturmakta.
3.SAĞLIK ETKİLERİ
Almanya ve A.B.D.’de yayınlanan raporlarda nükleer santrallerin yakınında yaşayan çocuklarda istatistiksel olarak lösemi oranlarının yüksek olduğu ortaya çıktı. Benzer şekilde uranyum madenciliği de Afrika, Kuzey Amerika, Avustralya ve Hindistan’da yerel halkların topraklarına ve sağlıklarına zarar vermeye devam ediyor.
Yüksek radyoaktiviteye maruz kalma radyasyon hastalığına neden olur. İlk belirtileri, mide bulantısı, yorgunluk, kusma, ishal, saç dökülmesi, kan kaybı, ağız ve boğazda yaralar, iltihaplar ve enerji kaybıdır. Birçok vakada ölüm 2 hafta içinde gelir.
Çocuklar ve doğmamış bebekler hızlı hücre bölünmesi yaşadıkları için daha fazla risk altındadır. Kanser ve kanser türleri özellikle lösemi, lenfoma gibi kan kanseri türleri, akciğer kanseri ve birçok büyük tümörler radyoaktivite ile doğrudan ilintilidir. Down sendromu da dahil olmak üzere doğum anomalileri, yarık damak ya da dudak, doğuştan şekil bozuklukları, omurga sorunları, böbrek ve karaciğer sorunları da doğrudan radyasyonla bağlantılı olabilir.
Nükleer endüstri yüksek oranda radyoaktiviteyi çevreye salmadan çalışamaz. Günümüz insanları ve yüzlerce binlerce yıl sonra yaşayacak insanlar bu zehirden etkilenecek. Radyoaktivite bizimle kalmaktadır ve gen havuzumuz onun için iyi bir bekleme yeri. Tüm dünyanın kabul ettiği ortak bir radyoaktiviteden etkilenme alt sınırı yok; yani zararsız bir radyasyon miktarı yok; zararsız tek seviye sıfır noktasıdır.
Nükleer endüstri doğal radyasyon seviyeleri ile sahte karşılaştırmalar yapmaktadır. Varolan doğal radyasyon yok edilemez ama buna yenilerini eklememize de gerek yok.